• BIST 10045.74
  • Altın 2420.766
  • Dolar 32.4438
  • Euro 34.797
  • İzmir 19 °C
  • Manisa 16 °C
  • Aydın 15 °C
  • Afyon 14 °C
  • Balıkesir 14 °C
  • Bursa 14 °C
  • Çanakkale 12 °C
  • Muğla 16 °C
  • Uşak 14 °C

Biz O Günleri Geçirdik

Yaşar Eyice

BİZ O GÜNLERİ GEÇİRDİK

Yaşar Eyice / Yeni Vizyon Gazetesi

Temeli İzmir’de atıldı

Bugünkü konum; Levantenler...

Daha doğrusu tarihe bir ışık tutmak...

Örneğin; Avrupa Birliği’nin aslında ilk kez Osmanlı tarafından kurulması...

O zamanlar, bu günkü gibi dırdır, şamata olmadan, dostça kardeşçe sürdürülmesi...

Ama bunun da bazı Avrupalılar tarafından suiistimal edilmesi Anadolu’da halk açlık yokluk içinde kıvranırken, sırtlarından zengin olanlara Cumhuriyetle birlikte son verilmesi...

Konu; Tarihçi ve araştırmacı Dr. Rinaldo Marmara tarafından 30 kitap, 100’den fazla makale ve bir o kadar konferansta bile tam olarak ortaya çıkmadığından ben de sözüme yaşadıklarımı, gördüklerimi anlatarak, eski ile yeniyi sentez ederek görüşlerimi, düşüncemi paylaşmak istiyorum.

Bir de son zamanlarda aradan çıkanlar türeyenler var, işi basitleştirerek, ‘yemek kültürü’ ya da ‘eğlence kültürü’ adı altında para kazananlar...

Geçenlerde bir tarihçi açıkladı:

‘Tarihi filmlerden değil kitaplardan, yani araştırmalardan öğrenin’ diye...

Şimdi hikâyeye başlayacak ve size ilk Avrupa Birliği’nin nasıl Osmanlı tarafından kurulduğunu ve de bundan menfaat karşılığı yaralananların nasıl Cumhuriyetle birlikte önlerine set çekildiğini anlatacağım:

Çocukluğumuzda, özelikle sinema afişlerinde rastladığımız bir söz öbeği vardı:

’32 kısım Tekmili birden!’ diye...

Yani; eksiksiz, hepsi, tamamı, ne var ne yoksa hepsi bir arada, anlamında...

Benim bu yazımda 32 kısım tekmili bir arada olması için, birden fazla günde sizinle birlikte olmam gerekecek...

*- Yaşanacak şehir İzmir!

‘Nerede yaşamak istersiniz?’ sorusunun yanıtı hep İzmir oldu.

Yaşanılacak tek şehir İzmir mi?

Olmaz olur mu?

Ama bizim için yaşanılacak tek şehir var, o da 8 bin 500 yıllık İzmir!

Çok sıkıştırırlarsa İzmir’e alternatif         tek kent söylüyorum:

Petersburg...

O ‘altın şehir’ Petersburg da ikinci tercihim olabilir.

Hani Amerikan Kovboy filmlerinde hep ‘Altına hücum’ işlenir ya, Stb Petersburg da özellikle Almanların, Hitler’in cazibe merkezi olmuştur.

Geçenlerde St. Petersburg halkının Nazilere karşı direnişini anlatmıştım.

Bizim de, ‘dağı taşı altın!’ olarak adlandırdığımız bir şehrimiz var; İstanbul...

Oraya da devletin yıllardır yaptığı yatırımların ardı arkası kesilmiyor!

Bunu da anlatmaktan yoruldum...

İzmir bunun yanında adeta öksüz ve yetim kalıyor...

Ama buna rağmen İzmir’in cazibesi yüzyıllardır özellikle Avrupalıları çekiyor.

Konuma girmeden önce yazıma böyle bir giriş yaptım.

Bir de Venedik’ten söz etmek istiyorum:

Venedik turistlerin vazgeçemediği kentlerden biri...

Bir mahallesinde Gondollar ile geziliyor...

Eğer yanlışlıkla eliniz bu sulara değer ve ağzınıza götürürseniz koleraya yakalanmanız işten bile değildir.

Ama milyonlarca turistin bu umurunda bile değil...

Gondol kuyruğuna girecek ve birkaç sokakta tur attıktan ve bolca görüntü aldıktan sonra geriye dönecek, yerini bir başkasına bırakacak!

Daha geçen hafta az sayıda yerli halk ‘yeter!’ diyerek turistlere tepki gösterdi.

*- Pahalılık yıldırdı...

Nasıl Alaçatı’da (Çeşme), Bodrum’da yerli halk ‘Pahalılık bizi yıldırdı!’ diye feryat ediyorsa, aynı çığlığı Venedikliler de çıkarmaya başladı.

Venedik’te bir mahalle, ama St. Petersburg’da neredeyse tüm kent, akarsuların, derelerin içinde...

Tam tamına 366 tane köprü var...

Yani Ruslar bu rakama bakarsak her gün mahalleleri birbirine bağlamak için bir tarihi köprü inşa etmişler.

Zaten St. Petersburg bizim ‘deli’, Rus ve Avrupalıların ‘Büyük’ dedikleri Çar Petro tarafından sazlık ve bataklık üzerine kurulmuş ‘altın’ bir şehir....

Rus çarlarından sadece Petro’nun mezarı bu kentte bulunuyor.

Diğerleri, bizim şairimiz Nazım Hikmet’in de mezarının bulunduğu Moskova’da...

Fakat şunu da itiraf edeyim ki herkese nasip olmaz, gün batımında havadan, yani gökyüzünden Venediği seyretmek...

Unutulmaz, duyumsuz bir manzara...

Herhalde bu güzelliği en iyi bilenler pilotlar ve az sayıda şanslı kişilerdir...

Konumuz; ‘Levantenler’ olduğu için, girişi bu kadar uzun tuttum ve öncelikle yaşadıklarımı, gördüklerimi anlattım...

Bunun suçlusu da; Tarihçi ve araştırmacı Rinaldo Marmara...

Üniversite öğrencisi iken derste, ‘Levanten kim?’ diye sormuş öğretim üyesi...

O da; hepimizin bildiği kısır cümlelerle anlatmak istemiş...

Becerememiş ve dersi, ‘Ben levantenim!’ diye bitirmiş...

Az çok hepimiz biliyoruz:

Levantenler, Avrupalı seyyahların ‘Şark’ın İncisi’ olarak adlandırdığı ve 19. yüzyılda Akdeniz’deki en önemli liman şehirlerinden biri olarak ortaya çıkan İzmir’e şekil veren önemli topluluklardan biriydi.

Bunlara ‘Frenkler’ ya da ‘gayri Müslimler’ diyenlerimiz diyenler ya da bu şekilde tanımlayanlarımız da vardı...

Bir zamanlar İzmir'de Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin, İtalyanların, Fransızların yaşadığı bölgeye, Alsancak’a, büyüklerimiz, ‘Frenk Mahallesi’ derlerdi.

Ancak bu Frenkler yani Levantenler Bornova’da, Buca’da komşularımızdı...

Bizden biri idiler, bugün olduğu gibi dün de!

Hatta biz bu sözcüğe o kadar alışığız ki; içinde ‘Frenk’ kelimesi geçen birçok isim bulunur dilimizde: Frenküzümü, frenkinciri, frenkçileği gibi...
Ayrıca ‘Tatlısu Frengi’ diye, artık kullanma imkânı pek kalmamış olan, hoş bir terim de vardır.

*- Frank’tan Frank’e...

Özetlemek gerekirse; ‘Franklar’ İslam dünyasında, Katolik ve Protestan mezheplerine mensup, Hıristiyan Avrupalılara verilen isimdir.

Aslı ‘Frank’ olan bu sözcük, az önce belirttiğim gibi, Türkçe’ye ‘Frenk’ şeklinde geçmiştir.

Avrupa’nın Batı ve Kuzey kısmına da, ‘Frengisten’ adı verilmiştir.

Katolik İspanyollar ile Ortodoks Kilisesine mensup milletler, örneğin; Rus, Rum, Bulgar, Sırp, vs. ‘frank- Frenk) kapsamı dışında tutulmuşlardır.

*- Aklımızda olsun

Frenk veya Efrenç, Osmanlıda Avrupalılara, özellikle de Fransızlara verilen ad.

Sözcüğün kökeni muhtemelen, 6. yüzyılda Galya'yı fetheden Cermen halkı Franklara dayanır.

Galya eyaleti günümüz Fransa'sını ve kısmen Batı Almanya, Belçika ve Kuzey İtalya'yı kapsıyordu.

Batılı dillerde Franco- öneki ‘Fransa'ya veya Fransızlara dair’ anlamına gelir.

Frenk kavramı Osmanlıda Bizans Ortodoks Hristiyanlığı ile Batı Katolik Hristiyanlığı arasındaki rekabet ve mücadeleden doğmuş olan bir kavramdır.

*- Rumlar nedense hiç hoşlanmadılar!

Rumlar ‘Frankoi’ dedikleri Batılılardan haz etmezlerdi.

Bu gün bile bu durumun etkilerini görmek mümkündür.

Geçmişten örnek vermek gerekirse 1870'li yıllarda Anadolu'da seyahat eden İngiliz yazar Palgrave ‘Frenk’ kelimesinin bir nefret kavramı olarak Müslümanlara Rumlardan geçtiğini ifade etmiştir.

Anadolu'da bir Rum köyünü ziyaret eden Palgrave, köyün önde gelen Rumlarından birisi ile görüşmesi için rehberlik eden köylünün kendisinin de Rumca bilmesine aldırmadan; ‘Efendimiz, bir Frenk köpeği geldi, sizi görmek istiyor!’ şeklinde seslendiğini işitmiştir.

Bu duruma pek içerleyen Palgrave şu ifadeyi kullanmıştır;

‘Türklerden bağımsızlıklarını almalarına o kadar yardım ettiğimiz bu ırkın dilinde biz Batılıların adı olarak Frenk köpeği teriminden başka kelime yoktur.’

*- Neden azaldılar?

Türk tiyatrosunda ise ‘Frenk’ olarak bilinen karakter, ‘ç’ ve ‘ş’leri düzgün telaffuz edemeyen, Avrupai giyinen bir kişidir.

Genellikle; doktor, eczacı, terzi ya da tüccardır.

Bu rol geçmişte daha çok Rum oyuncular tarafından oynanırdı.

Peki neden Frenkler ya da Levantenler; usta, çalgıcı, tiyatrocu, oyuncu, şoför, garson oluyorlardı?

1932 yılında Türkiye Cumhuriyeti tarafından çıkartılan 2007 Sayılı Kanun’da bu mesleklerin hepsi yazılı...

Daha sonra yeri gelince bunu da açıklayacağım...

Bir İzmirli kadın 21 Kasım Pazartesi günü saat 18:00’de Fransız Kültür Merkezi’nde İzmir Levantenleri konulu söyleşi sırasında, Tarihçi ve araştırmacı Dr. Rinaldo Marmara’ya, ‘Çocukluğumda hem üst hem alt katımızda Levanten aileler oturuyordu. Onlar şimdi yoklar! Neden?’ diye sordu...

Yanıtını, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkardığı 2007 sayılı kanun veriyor.

Ama ben bunu biraz da merak etmeniz ya da araştırmanız için yarına, yani sonraya bırakacağım...

Fransa İzmir Fahri Konsolosu Zeliha Toprak, Usta Gazeteci Ünal Tümin, Foto muhabiri Mehmet Özdoğru ile izlediğim konferansta, kiliselerin danışmanı Dr. Rinaldo Marmara, ‘Ben laik bir Türk vatandaşıyım. Dini konuları din adamlarına sorun!’ dedi.

Bazılarımıza kapak olması için bu yanıtı da sizinle paylaşmak istedim.

Dikkatinizi çekeceğim konu;

Dönemin anlaşmaları sonucu İzmir’e ticaret yapmak üzere gelen levantenleri, şehir merkezindeki ‘Frenk Mahallesi’ adı verilen bölgenin yanı sıra, büyük köşkler inşa ettirdikleri Buca ve Bornova'ya da yerleşenleri anlatan Dr. Rinaldo Marmara, kliselerin gizli arşivlerine girme izni bulunan ender bilim adamlarından biri...

Yani yaşamının en önemli ve büyük kısmı kiliselerde, Vatikan’da, din adamlarının arasında geçiyor.

Ve de sonra anlatacağım gibi Avrupa Birliği’nin İzmir’de yüzyıllar önce nasıl yürürlüğe konulduğu olacak...

İzmirli bu işi nasıl başardı, şimdi ise ticaret için bile ancak bin bir güçlükle, Schengen vizesi alarak, Avrupa Birliği ülkelere gidebiliyor!

Şehrimizde hala hatırı sayılır sayıda Levanten bulunuyor.

Başlangıcından bu yana Levantenlerin şehrin ekonomisindeki yeri, sosyal ve kültürel hayatındaki rolleri ve diğer topluluklarla ilişkilerine yarın devam edeceğim...

Biraz daha çalışmam gerekiyor!

*- Yine altın ile devam edeyim

Güncel olduğu için paylaşıyorum:

‘Kazdağı Koruma Derneği’nden bir mektup aldım:

‘Dondurma’da altıncıya geçit yok! geldikleri gibi giderler!’ diyorlar...

Köylerinin yakınında gerçekleştirilmek istenen altın madeni projesine karşı direnen Çanakkale’nin Çan İlçesi’nin Dondurma Köylüleri dün doğaseverlerle buluştu.

Dondurma Köyü kadınlarının daveti üzerine Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği ve İda Dayanışma Derneği’nin birlikte düzenlediği dayanışma buluşmasına Ayvalık Tabiat Platformu, Biga Çevre Derneği, Altınoluk Çevre ve Doğa Gönüllüleri ve Gökkuşağı Dergisi, İl Genel Meclisi Üyesi Rıdvan İpek, Kepez Belediye Meclisi üyesi Ali Aygün, Karadağ Köyü Muhtarı ve köylüleri de destek verdi.

*- Altın da versen, boşuna!

‘Madenci Şirket, Dondurmayı Terket!’, ‘Dondurma Köyü Yalnız Değildir’, ‘Havama, Suyuma, Toprağıma Dokunma’, ‘Dondurma Bizim’, ‘Altın da Versen, Ev de Versen Köyümü Terketmem’, ‘Dondurma’nın Üstü Altından Değerlidir’, ‘Yaşasın Kazdağı Dayanışması’ yazılı dövizlerle ve sloganlarla Köy Meydanına gelen doğaseverleri Köyün Muhtarı, yaşlıları, gençleri ve çocukları karşıladı.

Geçtiğimiz yıl Ocak ayında Dondurma Köyü’nde yapılmak istenen  ‘Halkı Bilgilendirme Toplantısı’ nı yaptırtmayan ve altın madenciliğinin çevreye verdiği zararları bildiklerini söyleyen köylüler maden şirketi temsilcilerinin bilgilendirme yapamadan köyü terk etmelerini sağlamış ve madencileri teneke çalarak, davul zurnayla, güle oynaya köyden çıkartmışlardı.

*- Bugün öğreneceğiz!

Köylülerin pilav ikramından sonra,  akşam saatlerinde köy meydanındaki kahvelerde toplanan köylülere İda Dayanışma Derneği temsilcisi ve İl Genel Meclisi üyesi Hicri Nalbant tarafından projenin ÇED süreçleri ve 22 Kasım 2016 (dün) tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda gerçekleştirilecek olan İnceleme Değerlendirme (İDK) Toplantısı ile ilgili bilgi verildi.

İDK Toplantısından ‘ÇED Olumlu’  kararı çıkması halinde de dava açacaklarını söyleyen Nalbant, köylülerin umutlu ve kararlı olmalarını istedi.

Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Süheyla Doğan, projenin civardaki tarım alanlarına, ormanlara ve Bakacak Barajına zarar vereceğini, 100 dönüm tarım alanı ve 200 dönüm ormanın yok olacağını, projede civardan çok az çalışan alınacağını, altın madeni projesinin çevreye vereceği zarardan başka hiçbir yararı olmayacağını söyledi.  

*- Destek mesajları...

Ayvalık Tabiat Platformu temsilcisi Piraye Batman, Biga Çevre Derneği Başkanı Kamil Aru ve Altınoluk Çevre ve Doğa Gönüllüleri temsilcisi İlhan Yavuz köylülere destek mesajı verdi.

Altıncılara karşı direnen ve Eczacıbaşı şirketinin köyden gitmesini sağlayan Karadağ Köyü önderlerinden Mustafa Önder ise Karadağ  Köylülerinin direnişinden örnek vererek köylülerin altın madenine karşı bölünmeden  hep bir arada durmalarının  önemine vurgu yaptı.

Proje alanında yer alan antik dönemden kalma büyük mağaraların, duvarların ve çeşitli mezarların bulunduğunu söyleyen Önder, projenin gerçekleşmesi halinde bu değerlerin yok olacağını söyledi.

*- Bu Dondurma başka!

Dondurma Köyü kadınları Koza A.Ş.’nin köye çalışmaya gelmesi halinde, el birlik olup Koza’yı çalıştırmayacaklarını ve Koza köyü terk edene dek mücadele edeceklerini söylediler.

Koza’nın projeden vazgeçmesinden sonra yeniden buluşmaya ve şenlik yapmaya söz veren doğaseverlerle Dondurma Köylüleri birbirlerinden ayrılırken hüzünlü anlar yaşadılar.

*****-

GÜNCEL

Bütün çocuklar çiçektir

Foça Belediyesi tarafından sunulan ‘Birlikte Oynayalım’ isimli çocuk oyunu beğeniyle izlendi.

Çocuklar için sosyal mesajlar içeren, Yönetmenliğini Erdal Dinçer yaptığı ‘Birlikte Oynayalım’ isimli oyunda, Tiyatro Ege oyuncuları sahne aldı.

Gösteriler öncesinde oyunu izleyen çocuklara Dünya Çocuk Hakları Günü konulu broşürler veren Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ, ‘Dünyamızın ve geleceğimizin umudu çocuklarımızın ‘Dünya Çocuk Hakları Günü’nü kutluyor, sağlıklı ve mutlu günler diliyorum. Kültür-sanat etkinliklerini çocuklarımızla buluşturmaya devam edeceğiz’ dedi.

*-  Sezon açılış konseri

Türkiye’de ilk kez kurulan Narlıdere Belediyesi Popüler Müzik Korosu verdiği 2016-2017 sezon açılışı konseri ile yoğun ilgi gördü.

Konuk sanatçı olarak Seyyal Taner katıldığı gecenin sunuculuğunu Hakan Eren, Koro’nun şefliğini de Ferda Yılmaz üstlendi.

*****-

GICIK

*- Korkutularak büyütülen çocuk; sinsiliği ve kurnazca aldatmayı öğrenir.

*- Zalimin köpeği olacağına garibin aslanı ol ki, öldüğünde mezar taşına it değil yiğit yazılsın.

*- Senin ne kadar iyi insan olduğunun önemi yok. Bu dünya iyi olanların değil iyi oynayanların dünyası...

*- Geleceğin savaşı beyin savaşı olacaktır. Bu savaşın zaferi eğitim yoluyla kazanılacaktır.

*- İyi günlerin, cesur kararlara ihtiyacı vardır.

*- Önce birbirimize olan sevgimizi, sonra saygı ve samimiyetimizi en sonunda da güvenimiz kaybettik.

*- Kimse boşuna girmemiştir hayatımıza. Ya imtihan olmuştur, ya armağan!

*- Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi? Erol Akıncılar’a göre en çok kazık yiyen bilir!

*-Kendinize olan hayatı, başkalarını memnun etmek için harcamayın...

 

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2004 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0533 557 8894